Bölüm 2: Ne Kaldı, Ne Olabilirdi?
Bir zamanlar Anadolu topraklarına bilgi, emek ve umut eken bir eğitim modeli vardı. Adı Köy Enstitüsüydü. İlk bölümde, bu sistemin nasıl doğduğunu, kimlere ışık olduğunu ve nasıl adım adım tarihe karıştığını anlattık. Peki, şimdi bize ne kaldı?
Bugün o taş duvarlı okul binaları hâlâ ayakta olabilir. Belki içlerinde hâlâ birer kara tahta duruyordur. Fakat asıl mesele, Köy Enstitülerinin taşıdığı eğitim anlayışının günümüz okullarında yaşayıp yaşamadığıdır. Ne yazık ki, cevabımız çoğu zaman suskun kalıyor. Çünkü enstitülerin temel felsefesi – üretimle öğrenmeyi birleştiren, bireyi çevresiyle birlikte dönüştüren, yaşamın içinden bir eğitim – bugünün merkeziyetçi, sınav odaklı sistemine sığmıyor.
Ancak bu, geçmişe ağıt yakmak için değil; geleceğe dair umut üretmek için bir davettir. Çünkü bazı izler, silinmez. Toprağa düşen her tohum gibi, uygun ortamı bulduğunda yeniden filizlenebilir.
İşte bu noktada, Türkiye’nin kırsal ve yarı kırsal bölgelerinde hizmet veren çok programlı liseler, yeni bir modelin taşıyıcısı olabilir. Bu liseler, köy enstitülerinin deneyimlerinden ilham alarak yeniden yapılandırılabilir. Tarım, hayvancılık, el sanatları, çevre teknolojileri gibi yerel ihtiyaçlara dayalı programlarla, öğrencinin hem beceri hem kimlik geliştireceği birer bölgesel kalkınma odağına dönüşebilir. Üstelik bu dönüşüm, sadece kırsal kalkınmaya değil, aynı zamanda eğitimin yerelleşmesine de katkı sağlayacaktır.
Benzer örnekleri başka ülkelerde de görmek mümkün. Finlandiya'da kırsal bölgelerde uygulanan topluluk temelli okullar, hem akademik başarıyı hem de sosyal dayanışmayı besleyen bir sistem sunuyor. Türkiye’nin geçmişi, bu geleceği kurmak için yeterince zengin bir deneyim sunuyor. Yeter ki bu birikimi fark edelim, sahip çıkalım ve cesurca yeniden kurgulayalım.